Sait Faik Abasıyanık


Haber bülteni üyeliği



Ziyaret Bilgileri

[ Cum, 29 Mar 2024 ]
Toplam 5 ziyaret
4 benzersiz ziyaretçi

Çocukluğu ve eğitimi

Sait Faik, 18 Kasım 1906 tarihinde, dedesi Seyyid'in Adapazarı Semerciler Mahallesi'nde bulunan evinde dünyaya geldi. Babası kereste ve ceviz kütüğü ticareti ile uğraşan Mehmet Faik, annesi ise kentin ileri gelenlerinden Hacı Rıza Efendi'nin kızı Makbule Hanım'dır. Dedesi Seyyid Ağa, Adapazarı önde gelenlerinin toplandığı bir kahve işletiyordu. Kurtuluş Savaşıyıllarında bir sene boyunca Adapazarı belediye başkanlığını yürüten babasına, hizmetlerine karşılık İstiklal Madalyasıverildi. Yazarın amcası Ahmet Faik de tıpkı babası gibi Adapazarı belediye başkanlığı yaptı, daha sonra ise milletvekilliği görevinde bulundu. Sait Faik doğduğunda, kendisine Mehmet Sait ismi verildi. Sonraki yıllarda, yazar, ismine babasının adını ekleyip Mehmet'i atarak Sait Faik adını kullanmaya başladı. Abasızzadeler ya da Abasızoğulları olarak anılan aile,Soyadı Kanunu çıktığında, Sait Faik'in isteği ile Abasıyanık soyadını aldı.

1910 yılında, Sait Faik'in babasının tahrirat kâtibi olarak Karamürsel'e tayini çıktı. Üç sene boyunca bu kasabada yaşayan aile 1913 yılında Adapazarı'na geri döndü. Yazar, ilköğrenimini Rehber-i Terakki isimli özel okulda tamamladı. Bu okul yabancı dilde eğitim verdiği için, şehirde Gâvur Mektebi olarak anılıyordu. Sait Faik daha sonra, çocukluğunda "haşarı bir burjuva çocuğu" olduğunu yazacaktı. Arkadaşları, o dönemde yazarı "Abasızın Mançuko" olarak çağırıyordu. Abasıyanık'ın ilköğrenimi sırasında anne ve babası geçimsizlik sebebiyle ayrıldılar. Üç buçuk yıl süren ayrılık döneminde Sait Faik, babası ile birlikte kaldı. Rehber-i Terakki'yi bitirdikten sonra Adapazarı İdadisi'ne devam etti. 1920'de Yunan işgali sebebiyle eğitimine ara verdi. Bu dönemde Abasıyanıklar diğer akrabalarıyla birlikte önce Düzce'de, ardından Bolu'da ve son olarak da Hendek'te yaşadılar. Sait Faik, işgalin sona ermesinden sonra Adapazarı'na dönünceidadi eğitimine devam etti. Aile 1924 yılında, oğullarının lise eğitimi için İstanbul'a Şehzadebaşı Bozdoğan Kemeri'ndeki Kirazlı Mescit Caddesi'nde 7 numaralı eve taşındı. Sait Faik, İstanbul Erkek Lisesi'nde okumaya başladı.

Onuncu sınıfa kadar bu okula devam eden Abasıyanık, Arapça öğretmenleri Seyit Salih Efendi'nin sandalyesine iğne koyduğu için kırk bir arkadaşıyla beraber okuldan atıldı ve öğrenimini Bursa Erkek Lisesi'nde tamamladı. İlk öyküsü olan İpekli Mendil'i bu okulda, edebiyat dersi ödevi olarak yazdı, Uçurtmalar ve Zemberek hikâyelerini de gene Bursa'da kaleme aldı.Hakkı Süha Gezgin, Bursa Lisesi'ndeki Sait Faik'i "sınıfta sakin ve dalgın, bahçede yalnız" olarak anlatır. Lise eğitimindeki aksaklıklar ve kişisel isteksizliği yüzünden parlak bir eğitim hayatı olmadı.

1928 yılında liseyi bitirip İstanbul'a döndü. İstanbul'da da yazı çalışmalarına devam etti. Yazdığı hikâyeleri ve şiirleri çeşitli dergilere ve gazetelere gönderiyordu. Aynı yılın sonunda girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne iki sene devam ettikten sonra Uygurca öğrenmek istemediği için ayrıldı. 9 Aralık 1929'da Uçurtmalar isimli hikâyesi Milliyet Gazetesi'nde yayımlandı. Sait Faik, İstanbul Üniversitesi'nde okuduğu dönemde sık sık Beyoğlu'nda dolaşıyor, evinin ve okulunun yakınındaki Şehzadebaşı kıraathanelerine gidiyordu. Sanat ve edebiyat çevreleriyle o günlerde tanışmaya başladı. 9 Eylül1930 ile 23 Eylül 1930 tarihleri arasında, on öyküsü ve bir yazısı Hür Gazete'de yayımlandı. Yazar, bu öykülerin hiçbirini kitaplarına almadı. Eserlerinin basılmaya başladığı o günlerden hayatının son anına kadar Hüsamettin Bozok'un ifadesi ile "genç hikâyeci" damgasını, "acı bir gülümseme" ile taşıdı. 1931 yılında babasının isteği üzerine iktisat okumak üzereİsviçre'nin Lozan şehrine gitti. 15 gün kaldığı şehrin sıkıcılığından bunalarak Fransa'nın Grenoble şehrine geçti. Bu şehirdeFransızca öğrenmek amacıyla Champollion Lisesi'ne devam etti. Ardından, üç dönem boyunca Grenoble Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde okudu. Yazar,Alpler'in eteklerinde kurulmuş, çeşitli endüstri ve bilim kurumlarıyla tanınan Grenoble'de üç seneden fazla yaşadı. Orada bulunduğu günlerde Paris'i, Lyon'u,Strasbourg'u ziyaret etti. 1934 yılında ailesinin isteği ile Orta Avrupa üzerinden Tuna Nehri yoluyla İstanbul'a geri döndü. Ailesinin yeni taşındığı, Nişantaşı'nda Rumeli Caddesi üzerindeki Rumeli Apartmanı'na yerleşti.

 

İlk kitapları ve İstanbul'daki yaşamı

Yazar, 1934 yılında İstanbul'a döndükten sonra, Halıcıoğlu'ndaki Ermeni Yetim Mektebi'nde Türkçe öğretmenliği yapmaya başladı. Okula sürekli geç kalan Sait Faik'in ay sonunda gecikmeleri hesaplanıp maaşından düşüldü. Bu yüzden okulda çalıştığı ilk ay eline 13 lira geçti. Öğrenciler üzerinde hakimiyet kuramaması okul idaresi ile tartışmasına yol açıyordu. Hem yaşadığı disiplin problemleri, hem de babası Mehmet Faik'in kendisine bir tahıl alım satım toptancılığı dükkânı açması sebebiyle öğretmenlikten ayrıldı. İleriki günlerde bu durumu "anladım ki öğretmenlik benim harcım değildi" diyerek açıkladı.

Babası, ortaklarından Ali Emali'yi de oğluyla birlikte çalışması için dükkâna yerleştirdi. Sait Faik, işlerle uğraşmadığı için altı ay sonra dükkânı babasına boş olarak teslim etti. O günlerde yazmaya ağırlık verdi. Bunun dışında André Gide'den çeviriler yapıyordu. Fransa anılarından oluşan öyküleri Varlık Dergisi'nde yayınlandıktan sonra, 1936 yılında babasının maddi desteği ile ilk hikâye kitabı Semaver'i Remzi Kitabevi'nden çıkardı. İlk kitabının yayınlanmasından büyük bir sevinç duyan Sait Faik, bu sevincini yıllar sonra Hallaç isimli öyküsünde anlattı. Semaver'in çıkışından sonra yazmaya devam etti fakat bir mektubunda kendisinin söylediği gibi aylaklığı sebebiyle yazdıklarını orada burada unutuyordu. Yazdıklarının fazla ilgi görmemesi sebebiyle küskünlük ve kırgınlık duyuyordu.

O günlerde askere çağrıldı. Asabiye kliniğinden aldığı rapor sayesinde askerlikten muaf tutuldu. Bu raporun varlığını onaylayan Yaşar Nabi konuyla ilgili "Askerlik yapmamıştı. Ruh hastası olduğuna dair asabiyecilerin verdikleri bir rapor askerlikten ihracını temin etmiş. Bir tıbbi gerekçeye mi dayanıyor yoksa hatır için mi verilmiş? bilmiyorum" açıklamasını yaptı. Ayrıca, Sait Faik'in söz konusu raporu bir kavga sırasında cebinden çıkarıp Aziz Nesin'e gösterdiği bilinmektedir.

Eylül 1937'de ikinci kez yurtdışına çıkarak Marsilya'ya gitti. Bu şehirde on sekiz gün kaldıktan sonra İstanbul'a geri döndü. 1938 yılında, babası Burgaz Adası'nda Çayır Sokak 15 numaradaki köşkü satın aldı ve aile bu köşke taşındı. Mehmet Faik Bey, 29 Ekim 1938'de Burgaz Adası'nda bronşit sebebiyle vefat etti. Sait Faik, babasının ölümünden sonra kışları Nişantaşı'ndaki apartmanlarında, yazları ise Burgaz Adası'nda yaşamaya başladı.

Abasıyanık, on altı hikâyeden oluşan ikinci kitabı Sarnıç'ı 1939 yılında Çığır Kitabevi'nden çıkarttı. Bu kitabında da tıpkı ilk kitabı Semaver'de olduğu gibi Adapazarı ve Bursa'da geçirdiği çocukluk günleri ile, hem İstanbul'daki hem de yurtdışındaki yaşamında yaptığı gözlemlere yer verdi.

 

Hakkında açılan dava

Sait Faik, 1940 yılında yayınlanan üçüncü hikâye kitabı Şahmerdan'da diğer iki kitabının aksine Fransa'da gözlemlediği olaylara yer vermedi. Yazar, bu kitapta yer alan Çelme isimli hikâyesiyle, halkı askerlikten soğutmakla suçlanarak askerî mahkemeye verildi. Bu öykü ilk olarak 22 Mart 1937'de Kurun gazetesinde, ikinci olarak ise 15 Haziran 1940'ta Varlık Dergisi'nde yayınlanmıştı. Sait Faik, 10 Eylül 1940'ta yapılan duruşmaya katılmak üzere bizzat Ankara'ya gitti. Oğlunun mahkemeye düşmesine en az onun kadar üzülen annesi Makbule Hanım da, yazarı yalnız bırakmadı. Orhan Veli Kanık, Abasıyanık'a o dönemde yazdığı bir mektupta "... bu arada Çelme hikâyesini buldum ve okudum ve başına bu işi açanlara küfrettim. Harika hikâye azizim." diye yazarak arkadaşına destek oldu. Varlık Yayınları sahibi Yaşar Nabi Nayır da dönemin Genelkurmay Adlî Müşaviri Münir Paşa'yla temasa geçerek, Sait Faik için destek bulmaya çalıştı.

Yazarın ilk kitabını öven Peyami Safa ise bu olaylar sonrasında Abasıyanık'ı Marksçıların ardına takılmakla suçladı. Bu suçlamayı duyan Yaşar Nabi'nin yorumu "Peyami Safa edebi günahlarına bir yenisini ekliyor" oldu. Sonuçta, yazar davadan beraat etti. Fakat, bu olay sonrasında annesi yazma hevesinin başına bela açmaktan başka bir işe yaramadığını iddia ederek oğlunun yazarlığa devam etmesine karşı çıktı.

 

Sonraki çalışmaları ve romanının toplatılması

Sait Faik, Çelme hikâyesi yüzünden yargılanmasının etkisi ve bu olayın annesini yaralaması sebebiyle uzun süre kitap çıkartmadı. Abasıyanık, 28 Nisan 1942 ile 31 Mayıs 1942 tarihleri arasında, bir uğraşı olması için, Haber-Akşam Postasıisimli gazete adına muhabirlik yaptı. Mahkemelerde röportaj yapan yazar, bu röportajlarına gözlemlerini de katarakMahkemelerde başlığı ile yayınlıyordu. Abasıyanık bu işe bir ay dayanabildi ve 28 mahkeme röportajı yazdı. Öykü tadında olan bu yazıları, 1956 yılında Varlık Yayınları, Mahkeme Kapısı ismiyle kitaplaştırdı. Çok aktif bir yazı hayatının olmadığı 1940 ile 1948 yılları arasında YürüyüşBüyük Doğuİnkılapçı GençlikServet-i Fünun gibi dergilerde öyküleri yayınlandı.

Yazar, muhabirlik yapmadan önce 4 Ekim 1940 ile 21 Şubat 1941 tarihleri arasında Yeni Mecmua dergisinde 19 bölüm halindeMedarı Maişet Motoru'nu yayınladı. 75 ile 95. sayılar arasında tefrika edilen bu eseri, 1944 yılında kitap olarak bastırmaya karar verdi. Fakat, hiçbir yayınevi kitabı yayınlamayı istemedi. Yazar, annesinden aldığı parayla kitabı bastırabildi. Bu konuda, ona, Yokuş Kitabevi'nin sahipleri Agop Arad ve Burhan Arpad yardımcı oldu. Medarı Maişet Motoru, kısa bir süre sonra Bakanlar Kurulu kararı ile toplatıldı. Sait Faik, Medarı Maişet ismini ilk kez Vakit Gazetesi'nde yayınlanan Bir Balık Avı Hikâyesi'nde kullandı. Hakkı Süha Gezgin'in söylediğine göre yazar bu sözcüğü çok seviyordu. Kitap, 1952 yılında, Varlık Yayınları tarafından yeniden basılırken, Abasıyanık, kitabın ismini Birtakım İnsanlar, romanda geçen Medarı Maişetmotorunun ismini ise Ceylan-ı Bahri olarak değiştirdi. Medarı Maişet Motoru'nu ilk baskısından sadece 99 adet satılabildi.

Çelme olayının ardından Medarı Maişet Motoru da asılsız bir ihbar sebebiyle toplatılınca, yazarın yazın hayatı bir kere daha yavaşladı. Çok az öyküsünün yayınlandığı o günlerde ya balığa çıkıyor ya da aylak geziyordu. Beyoğlu'na sık sık gittiği bu dönemde Şişli'de Bulgar Çarşısı Kırağı Sokak'taki (artık Nakiye Elgün Sokak) evleri İkbal Apartmanı'nda kalıyordu. Bekâr hayatından sıkıldığında ise adaya annesinin yanına dönüyordu. Bu kırgınlık ve yalnızlık döneminin etkisini taşıyan hikâyelerden oluşan kitabı Lüzumsuz Adam'ı 1948 yılında yayınladı. Abasıyanık, kitaba ismini veren hikayeyi ilk yazdığı günlerde ona isim bulamamıştı. Bu öyküyü okuyan Yaşar Nabi Nayır, daha önce Sabahattin Ali'den duyduğu Lüzumsuz Adam'ı önerdi. Bu ismi çok beğenen Sait Faik, onu, hikayesinde kullandı.

 

Hastalığı, son eserleri ve ölümü

Yazara, 1948 yılında siroz teşhisi kondu. Hastalığın belirtileri 1947 yılında ortaya çıkmıştı. Sait Faik'in amcasının oğlu Mustafa Raşit Abasıyanık'ın söylediğine göre 1947 yılında, burnundan ara sıra kan gelmeye başlayan Sait Faik, aynı zamanda yazar da olan doktor arkadaşı Fikret Ürgüp'e muayene olmuş ve karaciğerinin büyüdüğü ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine çok düşkün olduğu içkiyi kesip perhize başladı. Arada sırada gelen sıkıntıları ve tehlikeli krizleri de bu yolla atlatmaya çalıştı. Sık sık doktorlara da görünmesine rağmen hastalığının kötüye gitmesi üzerine 1951 yılında Fransa'ya gidip orada tedavi olmaya karar verdi.

31 Ocak 1951'de amcası ve Samet Ağaoğlu'nun desteği ile gittiği Paris'te sadece beş gün kalıp, İstanbul'dan uzakta öleceği ve tedavinin ağırlığının korkusu ile geri döndü. Sait Faik, daha sonra amcasına yazdığı bir mektupta geri dönüş sebebini doktorlarla olan konuşması ile hastaneye yatması kararı verildikten sonra düştüğü panik ve yaşadığı kriz olarak açıkladı. Paris'teki doktorlar, Sait Faik'e ciğerinden parça almaları gerektiğini söyleyince yazar paniğe kapılmıştı. Fransa'dan döndükten bir hafta sonra pişman oldu. Annesinin de baskısıyla Paris'e tedavisine geri dönme arzusunu ölene kadar muhafaza etti.

Paris yolculuğunun ardından büyük bir umutsuzluğa düşen, Abasıyanık, aynı zaman yazarlık kariyerinin en verimli günlerini geçirmeye başladı. Aynı yıl Havada BulutKumpanya ve Havuz Başı isimli kitapları yayınlandı. Yazılarında ölüm teması görülmeye başlandı. İlk zamanlar oyalanmak için sık sık resim sergilerine, şiir toplantılarına ve tiyatroya giderken daha sonraki günlerde, çok sevdiği İstanbul'dan nefret etmeye başladı. 1952 yılında Son Kuşlar'ı yayınlandı.

1953 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Mark Twain Derneği, çağdaş edebiyata yaptığı katkılardan ötürü yazara onur üyeliği verdi. Sait Faik'ten önceTürkiye'den Mustafa Kemal Atatürk'e verilen bu ödülü almasına kimileri karşı çıksa da yazarın sevinerek aldığı bilinmektedir. Vedat Günyol'un anlattığına göre Mark Twain Derneği üyesi olan Halide Edip Adıvar, derneğin Türkiye'de bu ödülü kime vereceğini araştırırken, Günyol Halide Edip'e bu kişinin Sait Faik olabileceğini söyledi. İlgililer konuya eğilip araştırdılar ve 1953 yılında bu ödüle yazar layık görüldü. Sait Faik ödülle ilgili olarak "Demek ki şimdiden sonra dünya çapında bir hikâyeciyi anmak için kurulmuş bir cemiyete dünyanın dört bucağından kendi halinde hikâyeciler de seçilecek." açıklamasını yaptı. Yine 1953 yılında, Kayıp Aranıyor isimli romanı ve Şimdi Sevişme Vakti isimli şiir kitabı yayınlandı. 1954 yılında ise Alemdağ'da Var Bir Yılan yayınlandı ve Georges Simenon'dan çevirdiğiYaşamak Hırsı isimli kitap çıktı.


23 Ocak 1953'te Paris'e gidebilmek için bir kere daha pasaport aldı. Ama bu pasaportu hiç kullanamadı. Ölümünden kısa bir süre önce yazarla Burgaz Adası'nda karşılaşan Nurullah Ataç, Sait Faik'i "dudakları büsbütün incelmiş, kupkuru ve benzi sapsarı" bulmuştu. 5 Mayıs 1954 günü yaşadığı krizde, yemek borusu kanaması nedeniyle Şişli'deki Marmara Kliniği'ne kaldırıldı. Beş gün süren krizlerde yazara kan verilmesi de gerekti. Yapılan bütün müdahalelere rağmen yazar, 10 Mayıs'ı 11 Mayıs'a bağlayan gece saat 02:35'te İstanbul'daki bu klinikte vefat etti. Cenazesi 12 Mayıs 1954'te Şişli Camii'nden kaldırılarak Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi. Naaşı, mezarlığa götürülürken, Abasıyanık'ın isteği üzerine Kırağı Sokağı'ndaki evlerinin önünden geçirildi.

 

Ölümünden sonra

Ölümünün hemen ardından, Az Şekerli isimli kitabı Varlık Yayınları tarafından yayınlandı. Yazarın vefatı üzerine Behçet NecatigilAnlamak, Fazıl Hüsnü Dağlarca Ağıt, Bedri Rahmi Eyüpoğlu ise İstanbul Destanı isimli şiirleri yazdılar. 8 Kasım 1954'te annesi Makbule Hanım, yazarın kitaplarının telif haklarını ve bazı malvarlıklarını Darüşşafaka Cemiyeti'ne bağışladı. Darüşşafaka, Makbule ve Sait Faik adına bir hikaye yarışması düzenlemekle yükümlü kılındı. 1955 yılında ise Tüneldeki Çocuk çıktı. Abasıyanık'ın Burgaz Adası'ndaki evi, 1959 yılında, müzeye dönüştürüldü.

Sabri Esat Siyavuşgil, 41 tane hikâyesini seçerek Fransızca'ya çevirdi. Bu hikâyeler 1962 yılında Un Point sur la Carte ismiyle yayınlandı. 1965'e kadar tek olarak basılan hikâye kitapları, bu tarihten itibaren Varlık Yayınları tarafından ikişerli olarak yayınlandı. 1970 yılından sonra ise Bilgi Yayınevi ile eserlerin yayın hakkı sahibi olan Darüşşafaka arasında yapılan anlaşmanın neticesinde, yayınevi, "Sait Faik'in Bütün Eserleri" adı altında yazarın o güne kadar kitaplaştırılmış eserlerinin yanına gazetelerde ve dergilerde tefrika edilen yazılarını ekleyerek on dört cilt olarak yayınladı. 


Bu sayfaya henüz yorum yazılmadı.





Editör Bilgileri

Editör


Editöre Ulaşın

En Son Güncellenenler

ikinci-jeanpaul
freebsd
apiterapi
aramamotorlari
uyku
kazimkoyuncu
peyzaj

Uzerine.com Copyright © 2005 Uzerine.com
uzerine.com Ana Sayfa | Gizlilik Sözleşmesi | Üye Girişi